18 Mayıs 2010 Salı

SEYYİD MÎR HAMZA NİGÂRÎ'in Notları | Facebook

Cânân dileyen dağdağa-i câna düşer mi
Cân isteyen endîşe-i cânâne düşer mi

Girdik reh-i sevdâya cünûnuz bize nâmûs
Lâzım değil,ey dil ki bu iş şâne düşer mi

Âvâre-i Leylâ nazar etmez dü-serâya
Gâile-i ağyâr cünûnâne düşer mi

Almaz dile dîn bahsini meyhâre-i sevdâ
Aşka girişen mebhas-ı îmâna düşer mi

Ey cân seni cânâne fedâ eyledik evvel
Âhir ne çekiş beyle bu kurbâna düşer mi

Çek zahmeti ey dil tel-i tarrâre düşdün
Râhat dileyen zülf-i perîşâne düşer mi

Feryâd-ı hezârım heme dem ânın içündür
Ân olmasa erbâb-ı dil efgâna düşer mi

Bî-perde gözüm gördü yüzün eyleme nâziş
Nâz eylemek ey büt gül-i handâna düşer mi

Ey Mîr Nigârî taleb et kâm-ı azîzin
Elbette verir buhl kerem-kâna düşer mi

SEYYİD MÎR HAMZA NİGÂRÎ'in Notları Facebook

ALİ ÜNAL - Karar kararabildiğin kadar

Karar kararabildiğin kadar 17 Mayıs 2010, Pazartesi Zaman Gazetesi


İnsanların hayatında olup-bitenlerle "tabiat"ta olup bitenler arasında temelde fark yoktur.

Şu kadar ki, "tabiat"ta cebr-i mutlak, yani Allah'ın kanunları mutlak hakimken, insanların hayatında Kader'in hükümlerinde insanın iradî tercih ve davranışları nazara alınır. Ama hem insanların hayatında, hem "tabiat"ta aynı kanunlar geçerlidir. Meselâ, yaz mevsimi çıkacağı zaman en son ekimde pastırma yazı denilen ağustos sıcakları, kış mevsimi çıkarken de nisan içinde "kocakarı soğukları" ve "eşini koca öküzden ayıran", yani koca öküzün ölümüne sebep olan soğuklar görülür. Ölümü gelen hastanın "son iyiliği" olur; iyileşecek hasta, iyileşmesine yakın daha da ağırlaşır. Bu gerçekten dolayıdır ki meşhur Sühreverdî, "Karar kararabildiğin kadar; karanlığın en son noktası, aydınlığa açılmanın ilk noktasıdır." demiştir.

Bunun gibi, yeryüzünde Rahman'ın Arşı ile şeytanın ana üssü aynı mekânda, Mekke'deki Harem bölgededir. Kâbe, Rahman'ın Arşı iken, şeytanın ana üssü de, Mina'da üç noktada taşlandığı yerdedir. Yine, insan kalbinde de Arş-ı Rahman, Allah'ın, meleğin ilham merkezi ile şeytanın vesvese merkezi bir arada bulunur. İşte, dünyanın kalbi olan içinde bulunduğumuz kutlu coğrafyanın asırlardır merkez üssünü oluşturan ülkemizde Arş-ı Rahman, Allah'ın, meleğin ilham üssü ile şeytan'ın tahtı bir arada yer aldığı içindir ki, bir yanda "oluk oluk nur", diğer yanda "oluk oluk kir" akmaktadır. Bir yanda fecir emareleri hissedilirken, diğer yanda karanlık üstüne karanlıklar sökün etmektedir. Bu hal, bilhassa yaz mevsiminde kara yağmur bulutlarının semayı kapladığı zamanlara da benzetilebilir. Çoğumuz bu "sıkışmış" bulutlardan yağmur bekleriz. Ama Peygamber Efendimiz (sas), böyle zamanlarda elleri üstüne çöker ve o bulutların felâket değil, rahmet getirmesi için dua buyururdu. Buyururdu, çünkü Âd kavmi böyle beliren ve onlar yağmur beklerken üzerlerine 7 gece 8 gündüz toz yağdıran bulutlarla helâk edilmişti. İşte böyle dönemlerin ve şartların rahmetle neticelenmesi için her zamankinden daha çok dua, istiğfar, muhasebe ve murakabe gerekmektedir.

Nasıl Türkiye bu şartlarda ise, dünya da benzeri şartları yaşamaktadır. "Ben tok olduktan sonra herkes açlıktan ölse bana ne!" ve "Sen çalış ben yiyeyim!" esasları üzerine oturan ve faizi, fakirin, fakir ülkelerin alın terini ve kaynaklarını sömürmeyi temel alan modern ekonomik, sadece ekonomik değil, bütün yönleriyle modern sistem, yıkımın eşiğindedir. Kur'an, açıkça faize dayalı sistem ve muamelelere karşı Allah ve Rasûlü'nün harp açtığını beyan buyurur. Dolayısıyla böyle sistemlerin devamı mümkün değildir. Ayrıca, Allah'ın kerim yarattığı beşer nasıl "esir olmak istemezse" ve esaretin, köleliğin zincirlerini kırmışsa, "ecir" olmak, yani ücretli ve dilenci olmaya da ilânihaye katlanamaz. Bu sebepledir ki, küçüğünü önceki asırlarda yaşayan dünya, çok daha büyük tabakât-ı beşer, yani sınıf savaşlarına, fakirlerin zenginlere karşı hurûcuna gebedir. ABD'de başlayan, şimdi güneyden itibaren AB'yi sarsan iflaslar, krizler, çok büyük çalkantılar getirecektir. Büyük krizler, çok büyük doğuşlarla biter. I. Dünya Savaşı'ndan sonra 1920'lerin sonunda patlak veren kriz, o dönemde İslâmî mesaj dünyaya takdim edilebilecek seviyede temsil edilemediği için faşizmi ve nazizmi doğurmuştur. En sonunda II. Dünya Savaşı'yla sonuçlanan bu kriz, bu savaşın ardından, yine İslâm'ın her zaman terütaze mesajı henüz dünya ölçeğinde seslendirilemediği için Demir Perde'ye yol açmıştır. Şimdi dünya, çok daha büyük krizlerle sarsılmaktadır; fakat artık dünyaya yayılan, nokta nokta vahalar oluşturan İslâmî mesaj, düne göre daha gür sesle yankılanmakta ve müspet cevaplar almaktadır. Ve inşallah krizlerle, savaşlarla sarsılacak olan yaşlı dünyamız, kendisini mecburen İslâm'ın kucağına teslim edecektir. Ama bu da, daima yeni kalabilmeye, yepyeni nesillere ve İslâm'ın mesajını daima tazeliğiyle temsil ve tebliğ edebilmeye bağlıdır.

17 Mayıs 2010, Pazartesi

4 Mayıs 2010 Salı

alvarlı efe hazretleri GAZELleri

ALVARLI EFE HAZRETLERİ

(1868-1956)


Muhammed Lutfi’yi hayr ile yad et
Hayır dua ile kalbin abad et
Bir Fatiha oku ruhunu şad et
Her iki alemde mansur olasın


TARİHÇE-İ HAYATI


1285 H (1868 M) tarihinde Erzurum'un Hasankale'ye bağlı Kındığı köyünde dünyaya gelmiştir.İsmi Muhammed Lütfi'dir. Pederleri Hâce Hüseyin Efendi, valideleri Seyyide Hatice Hanım’dır. Evlad-ı Resuldür.Tahsilini basta pederleri olmak üzere devrinin şöhretli alimlerinden tamamlamış, icazet alarak 1891’de(Hicri:1307) Hasankale’nin Sivaslı Camii'ne imam olmuştur. Aynı yıl pederleri ile birlikte Bitlis'e giderek her ikisi de Hace Muhammed Pir-i Küfrevi Hazretleri'nin mümtaz bir halifesi olarak Hasankale'ye geri dönmüşlerdir. Efe hazretleri bu ziyarete bir şiirinde şöyle değinir:


“Bin üç yüz yedide oldum revane
Eriştim ravza-yı dar-ül emane”


Merhum Osman Demirci Hocaefendi bu ziyareti şöyle anlatmıştı: “Tabi o(Efe hazretleri) gençliğinde de büyük bir zat imiş…Babası Hüseyin Efendi de, Erzurum’da Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeniler tarafından şehid olmuş, o da meşayihten, evliyaullahtan büyük bir zat. Hüseyin Efendi oğlunu 17 yaşlarındayken Bitlis’e götürmüş, Muhammed Küfrevi hazretlerinin dergahına… Bitlis’te dergahın etrafında binlerce insan bekliyor. Ne zaman ziyarete kabul edilecek? O da bir tarafta oturuyor. Bir bakıyorlar ki, dergahtan bir adam çıkıyor ve diyor ki: “Erzurum’lu Hüseyin Efendi hocanın mahdumu Muhammed Lütfi Efendi kim?” Buyur ediyorlar. Kendi anlattı, Allah şefaatlerini nasip eylesin; “İçeri girdik, oturduk, öyle bir nazar etti ki, başım sanki semalara değdi.”

Fethullah Gülen Hocaefendi de 1996’da yaptığı bir sohbette şu hatırayı naklediyorlar: Pir-i Küfrevi Hazretlerinin Alvar İmamı için dediği şey vardı. Mollalar Alvar Imamı ve babasının başını sarıyorlar, gece yarısına kadar zorluyorlar, “nasıl oldu da bu adamlar hemen dün bir, bugün iki geldiler, hilafet postuna oturdular, Pir-i Küfrevi Hazretleri bunlara iltifat etti” Gece yarısı birden kapı açılıyor, Hazret don gömlek içeri giriyor; “Mollalar, mollalar” diyor, “Lütfü Efendinin, Hüseyin Efendinin bize ihtiyacı yoktu, kemâlleri getirdi buraya.”

Daha sonra buradan Erzurum'un Dinarkom köyüne gitmiş ve orada Birinci Cihan Harbi'ne kadar kalmıştır. Dinarkom onun çok sevdiği bir yerdir. Bir şiirinde buna şöyle değinir:


“Lütfi ne güzeldir kuy-i Dinarkom
Âb-ı hayat akar suy-ı Dinarkom
Safalar bahş eder buy-ı Dinarkom
Güllendi bir zaman bağ-u bostanım”


Birinci Dünya Savaşını ve Ermeni zulmünü bir şiirinde şöyle anlatır:


“Koptu bugün Kıyamet
Yeryüzü alkan oldi
Görülmemiş alamet
Kandan bir tufan oldi.

İslam hanümanıyla
Kurtulmaz bir canıyla
Herkesin öz kanıyla
Saçları elvan oldi.

Yiğitler baltalanmış
Öz kanına boyanmış
Körpe kuzular yanmış
Gören adem kan oldi.

Rusların istilası müddetince orada kalmış; Ermenilerin katliama başlaması üzerine, köyden ve diğer köylerden topladığı altmış kadar çete halindeki bir müfreze ile Rusların karargâh deposu olan köye, o gün Ermeni topluluğunun da burada bulunuşu dolayısıyla taarruz etmiş. Böylece, Ermeniler püskürtülmüş ve kendileri müfrezesiyle birlikte Oyuklu köyünün yanı başında Rusların yığdığı kıyas kabul etmez bir depoyu teslim almış ve Zergideler Köyü'nde Türk ordusuna iltihak ederek ordu ile birlikte gün ışırken Erzurum'a girmiş ve hemen pederlerinin yanına koşmuş. Pederleri Hüseyin Efendi bir Ermeni dipçiği ile ağır yaralı bir vaziyettedir. Pederlerini kana bulanmış, ağır yaralı bir halde bulmuş ve o günün ikindisine kadar pederleriyle meşgul olmuş. Akşama doğru vefat eden pederlerini Kavak Kapısı Kabristanı’na defnetmiştir.

Fethullah Gülen Hocaefendi bir sohbetinde şunları ifade ediyor; “Babaları Hüseyin Kındı efendiyi ben görmedim. Ermeni taşnaksiyonu on sekizli yıllarda şehit etmişler. Elli dörtte, mezarından çıkarıldığında, sakalının bir tüyü bile dökülmemiş, dipdiri çıkardıkları o günleri ben idrak ettim.”

Bilahare görevini Yavi nahiyesine, oradan da, anavatanı olan Hasankale'ye nakletmiştir. Kendisine teklif edilen Hasankale Müftülüğü’nü kabul etmemiş, Hasankale'ye bir saat mesafede bulunan Alvar köyü halkının istirhamı üzerine oraya giderek bu köyde yirmi dört sene vazife yapmıştır Halk arasında "Alvar imamı" ve "Efe hazretleri" unvanıyla tanındı.. Efe Hazretlerinin duygu ve düşüncesinin piştiği yer Alvar Köyü'dür.

1939 yılında Prostat hastalığından dolayı tedavi için Erzurum'a gitmiş, Mehdi Efendi Mahallesi'nde kiracı olarak bir evde ikamet ederek 16 sene de burada olmak üzere 90 yıllık çok bereketli ömrünü dine ve insanlığa adamıştır. 1947,49 ve 1950’de olmak üzere üç defa Hacca gitmiştir. 12.03. 1956 tarihinde ebedi aleme intikal etmiş ve naş-i şerifi Alvar köyünde pederleri Hüseyin Efendi yanında gömülmüştür.


1-ŞEMAİL VE AHLAKI
Efe hazretleri mütebessimdi. Nurani idi. Beyaza yakın buğday benizli idi ve mübarek kaşlarının arası açıktı.

Efe hazretleri, Resulullah ahlakının canlı bir numunesi idi. Alvar İmamında dikkatimizi çeken en önemli özellikler şefkati, cömertliği ve halktan istiğna duygusu idi. Kısaca bunlara değinelim:1-İstiğnası: İstiğna, halktan maddi yardım talep etmemektir,şahsına yönelik olarak minnet altında kalmamaktır. Özellikle din düşmanlarının “ilmi kazanç vasıtası yapıyorlar” ithamına karşı istiğna düsturu bu zamanda çok ehemmiyet kazanmıştır. Efe hazretleri de mübarek ömrü boyunca istiğnaya azami dikkat etmiş bir zattır. Oğlu merhum Hâce Seyfeddin Efendi bu yönü için şunları demektedir: “Bu zat, şu doksan sene ömrü hayatı içinde, taşı taşın üstüne koymamış, bir ev sahibi olmayı daha hatırlamamış, dünya metaı ve malına malik olmayı hiç arzu etmemiş. Gayet temiz elbise giyer, mu'tedilen her hareketi vakur, müstağni...Dünyası ve geçimi hatırası için bay-geda hiç kimseye göz ucu ile veya ima ile dahi olsa tenezzül etmemiş ve dar-i maişetini temin etmek üzere hiç kimseden ufacık bir yardım hatırından bile geçmemiş. Her zaman için ve her gün sofrasında müteaddit insanlara ikram etmek üzere misafirperverliğini her şahıs hayretle takdir ederdi.”

M. Fethullah Gülen Hocaefendi de 1982’de yapmış olduğu bir sohbette Efe hazretlerinin istiğnasına şöyle değinir: “Kendi emanet evde ruhunu Allah’a teslim etti. İhtimal ki altındaki sedir de emanetti. Beyin yapıcımız gibi müstağni bir insandı. Kendisine ait hiçbir şey yoktu. 40 sene-30 sene postnişin olduğu tekkede hatırımda kaldığına göre hasır serilirdi. Halı kilim yoktu. Gayet müstağni idi.”

2-Cömertliği:

“Misafirin kademleri kesilse,
O evden bereket ref olur elbet.
Gönülde sehavet gülleri solsa,
Hurmet-i ahbaba kalır mı himmet.”

Alvar İmamının nazarı dikkati çeken mühim bir hususiyeti de alabildiğince cömertliği idi. Oğlu Seyfeddin Mazlumoğlu bu hususiyetini şöyle anlatır: “Son zamanlarında kendisine niyaz ve istirhamla hediye edilen neler ise, yerli yerince mahallini keşif ederek bir emaneti yerine tevdi etmek üzere ulaştırır idi. Bu meyanda gidavi(gıdasal) her hangi hediyeleri misafirlerine ikram eder ve kendilerine dua ederek ikramını minnet bilir, kemal-i iltifatla misafirlerini yolcu ederdi. Ve hatta şunu da kasemle ilave edeyim ki, yirmi iki yaşından doksan yaşına kadar yani altmış sekiz sene sofrasına misafirsiz el sunduğu ender görülmüş idi.”

Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Efe’nin cömertliği hakkında şunları ifade ediyor; “Dikkatimi çeken mühim bir meziyeti de onun cömertliği idi. O, eşe, dosta, ihtiyaç sahiplerine ikram etmekten çok zevk alırdı. Herkesin isteklerini ve ihtiyaçlarını büyük bir sürur içerisinde yerine getirmeye gayret eder, böylece gönüllerle muhabbet ve uhuvvet tohumlarını ekerdi.”

3-Şefkat ve merhameti:

“Sakın incitme bir canı
Yıkarsın arş-ı Rahmanı”

dizeleri Alvar İmamının inceliğine ne güzel bir misaldir.

Düşkünlere ve hastalara o derece merhametli idi ki, hiçbir ana ve baba evladına o derece şefkat ve merhamet edemez... Yanına gelen muzdariplerin ızdıraplarına çareler aramak üzere maddi ve manevi onlarla beraber muzdarip olur ve çok kimseler yanından ızdıraplarına çare ve dertlerine derman olunmuş halde ayrılırlar idi.

Bir başka ölçüsü de şöyledir:
“Adalet, merhamet, insaf gerektirir ehl-i imane
Mürüvvet et kıyas-i nefs ile zulmetme insane”


İRŞADI VE SOHBETLERİ

Alvar İmamı bir Nakşbendiyye-Halidi şeyhi olamkala beraber aynı zamanda Kadiriyy tarikinde de mürşid-i Kamil idi. Nakşi yanıyla Küfrevilerin halifesi idi, diğer yanıyla Kadiriler açısından, Azerbaycan Türk'ü Seyyid Hamza’nın halifesi idi.

O'nun meclisi herkese açıktı. Sohbetleri Tevhid derslerini talim mahiyetindedir. Hadis-i şeriflerden bahseder, Peygamber ve Sahabe sevgisini işlerdi. Mehmed Kırkıncı Hocaefendi bu konuda şunları söylüyor: “Ekseriya sohbetlerinde marifetullah ve muhabbetullahtan, Allah’ı sevmekten bahsederdi.Bu bakımdan meclisinde bulunanlar onu zevk ve şevkle dinlerlerdi. Doğrusu onun sohbetinde başka bir haz, başka bir tat var idi. Bu ise ona Allah’ın bahşettiği bir lütuftu.”

Dergahında hatm-i hacegan denilen zikir toplantılarında cehri ve hafi zikirler çekilir, aynı zamanda Efe hazretlerinin bestelenmiş şiirleri ile kalpler coşardı. Bir şiirinde zikrin ehemmiyetini şöyle anlatır:


Arş-ı azam sallanır
Zakir Allah dedikçe
Levhu kalem allanır
Zakir Allah dedikçe”


Fethullah Gülen Hocaefendi, müzikle alakalı bir soruya cevap verirken çocukluğunda devam ettiği Alvarlı’nın dergahında def eşliğinde Efe hazretlerinin şiirlerinin okunduğunu belirtir ve bir misal olarak şu dizeleri nakleder:


“Ey talib-i feyzi Hüda
Gel halkaya gir halkaya
Ey aşık-ı nur-i Hüda
Gel halkaya, gir halkaya”


Efe hazretleri’nin Gavs-ı Azam Abdülkadir Geylani hazretlerine çok ciddi bir merbutiyeti vardır, divanında bu açıkça sezilir. Bir şiirinde ondan “Şemş-i marifet pirimiz, tarikatte rehberimiz, gönüllerde enverimiz, dü cihan destgirimiz” diye bahseder.Ona göre Geylani hazretleri “Haremgah-ı visalin mahremidir.” Bir başka şiirinde de Hazret-i Gavs için şunları söyler:


“Feyz-i Rabbani merkezi
Sırr-ı velayet mehazi
Meydan-i reşadet bazi
Abdülkadir’dir Gavsullah”


Şeyhi olan Muhammed Küfrevi için de, bir şiirinde şöyle der:


“Muhammed Küfrevi kenz-i keremdir
Meyan-ı kamilde Mesiha demdir
Avn-i Hüda ile sahib kademdir
Lokman-ı manevi derman iledir.”


EHL-i BEYT MUHABBETİ:

Efe hazretlerinde ehl-i beyte çok büyük bir tazim vardır. Divanında bu açıkça görülür. Birçok şiiri Kerbela faciasına ayrılmıştır. Onların en meşhuru da şudur:

“Bu gün mah-ı Muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar.
Bu gün Eyyam-ı matemdir, bu gün ab-ı revan ağlar.

Hüseyn-i Kerbela’yı elvan eden gündür.
Bu gün Arş-ı muazzamda olan âli divan ağlar.

Bugün Âl-i abanın gülşeninin gülleri soldu,
Düşüp bir ateş-i dilsuz, kamu ehl-i iman ağlar.

Bugün Gülzar-ı Muhtar-ı Hüda’ya bir hazan esti,
Zemine düştü vaveyla, felekte kehkeşan ağlar.

Bugün hunbar olur gözü elbet Haydar-ı Kerrarın
Görür Zehra’yı hun efşan, Resul-i âli şan ağlar.

Bu gün evlad-ı Haydar, hem dahi ahfad-ı Peygamber
Döküldü gül gibi yerler yüzüne, asuman ağlar.

Gülistan-ı Muhammedin Gül-i hamraların derdi
Yed-i kahr ile ol gaddar, bu gün devr-i zaman ağlar.

Risalet gül gülistanı, nübüvvet bağu bostanı
Hüseyni ol nuristanı gören Pir ü civan ağlar

Güruh-i hanedana Lütfiya kurban ola canım
İla yevmil kıyame can ile ehl-i iman ağlar.”

Onun şiirlerinde Hz. Ali’ye de büyük bir sevgi ve bağlılık görülür:

“Nur-ı ayn-i Muhammed’dir
Şah-ı merdan Hayder Ali
Dürr-i Deryayı Ahmeddir
Şah-ı Merdan Hayder Ali


Fethullah Gülen, bu yönüne şöyle değiniyor; Alvar imamı, Sünni dünyada neşet etmiş, yetişmiş ama bilirim ben, “Ali” deyince gözleri dolardı ve hepimiz onun ağlamasıyla ağlardık.”

Fakat onun bu sevgisi ölçülüdür ve Ehl-i sünnet prensipleri dairesindedir. O, dört halifenin de aşığıdır:


“Veliler serveri Sıddık-ı Ekber.
Severdi Sıddıkı Allah, Peygamber.
Adalet güneşi Hazret-i Ömer.
Nur-u Kur’an ile Osman Münevver.
Şecaatte Ali güneşten ezher.
Biz severiz çar-ı yar-i veliyi
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali’yi.”

Efe hazretleri bir felaket ve helaket devrin gül yetiştiren dertli bahçevanlarındandı. Hep ızdırablı yaşadı.Halk içinde Hak ile beraber olma güzelliği içinde kalbine gelen ilhamlarla etrafını çemenzara çevirdi.İnşallah bu küçük çalışma içimizde onu yakından tanıma aşkı şevki uyandırır.


HAKKINDA SÖYLENİLENLER:

M. Fethullah Gülen:
“Şarkın dolu sineli insanı Alvar İmamının tekyesinde, 16 yaşına kadar çocukluğum geçmiştir. Reşid ve meseleyi anlamış bir insan olarak o büyük zattan -son devrin uful eden güneşlerindendi- istifade edememiştim, edemem de... İstifade kabiliyete de bağlıdır.”

"O sıkışık dönemde Alvar İmamı merhum hem medreseler açısından, hem dini hayatın tasavvufi bir ocakta terennümü açısından kuvve-i maneviye olmuştur.”

“O, ruh gücü ve yüksek himmetiyle bulunduğu muhitte bir veliler başbuğu, ledünni bilgisiyle devrin ünlüsüydü. Eşiğine baş koyan herkesi manevi güç ve cazibesiyle büyüler, kendine çeker; sohbetine erenleri de irfanıyla mest ederdi. O, ince mercanlarla dolu bir deniz, çağıltılarla akan bir nehir ve derinlikleri herkesi düşündüren, harekete sevk eden bir garip gibiydi. Bugün O' nun hayat çeşmesinden kana kana içip ölümsüzlüğe eren nice kimseler vardır ki, aradan bunca yıl, bunca zaman geçmiş olmasına rağmen, Ruhlarında hala O'nun hayatbahş olan soluklarını duyar gibi ürperirler.”

Merhum Osman Demirci Hocaefendi 6 Ekim 2002’de Alvarlı Efe hazretleri için şunları söyler:

“1950’de askerden terhis olduktan sonra, Erzurum’da Arapça tedrisata başlarken ilk defa o zatı ziyaret ettik.Ziyaret ettiğimde hayalimin üstünde bir zat gördüm. Karşıma, ayın on beşi gibi bedirlenmiş,beyaz sakalı, nurani simasıyla şahsiyeti mükemmel bir insan çıktı. Ben hayalimde “asr-ı saadetten sonra,sahabe-i kiram’dan sonra Kur’an-ı Kerim’in emirlerine kayıtsız şartsız tabi olan,yaşayan acaba bir Müslüman var mı?” diye hayal ederken o zatı görünce, her haliyle sanki sahabeden bir zat geri kalmış gibi geldi barekallah. İslam’a karşı olan bütün hadiseler karşısında ateş gibi yanıyor, gece gündüz Kur’an,iman, Resulullah diyerek,etrafına gelenlere bir taraftan ümid veriyor, bir taraftan da hadiseleri şiirleriyle değerlendiriyordu.”

“O zatı gördüğümde ben tatmin olmuştum. Demek ki her asırda Cenab-ı Hakk’ın Kur'an-ı Kerim’in bütün emirlerine bağlı, Peygamberimiz (SAV) verasetini deruhte eden şahsiyetler bulunuyor. Zaten onlar olmazsa kâinat yaşayamaz. Onlar bir nevi sütun ve direk mesabesindedir. O'nun o vazifeyle tavzif edildiğini müşahede ettim. Sohbetlerine devam ettim. O'na bağlandım.”

“Sohbet esnasında, doksan yaşında olmasına rağmen bir delikanlı gibi dinç, Hatm-i Hâce’de Silsile-i âliyeyi ezbere okurdu. Ta Resulullah(SAV)’dan başlayarak o silsileyi son şeyhe kadar bütün bağışlaya bağışlaya gelirdi. Fesuphanallah, nasıl bir hafıza?

“Resulullah Muhammed Mustafa’dır.
Veliyullah Aliyyül murtezadır.
Veliler ekberi Sıddık-ı Ekber
Anı tasdik eder zat-ı peygamber.
Ömer’dir şems-i eflak-ı adalet,
Eder izhar-ı İslam’a delalet.
O Zinnureyn Hak yar-i Osman
Güneş gibi yüzünde nur-i Rahman
Resulullah dedi; Selman-ı Faris,
Benimdir, emreder nur-il mecalis.
Radıyallahu anhum her dü alem
Ve nur-i Seyyid-i Evlad-ı Adem
İlahi, ez kerem bab-ı keremkün
Kabulü bab-ı dergah-ı haremkün.”

Mehmed Kırkıncı Hocaefendi 6 Ekim 2001’de Alvar İmamı ile ilgili şunları söyledi:

“Çok mükemmel bir adam, aklı da, ubudiyeti de, irfanı da... Çok severdim kendisini. 1946-48’lerde medresede ders okuduğum zamanlarda, yanına gittiğimde çok sevinirdi. O kadar çok severdi ki, sohbetlerine gittiğimde yaşlı başlı insanların yanında beni yanına alırdı. Çok utanırdım. İlme çok ehemmiyet verirdi.”

“Nakşi Tarikatının büyük mürşidlerinden olan Muhammed Lütfi Efendi de hamiyetperver zatlardan idi. Yalnız Erzurum’da değil, tüm Şark’ta şöhret kazanmış, büyük bir mürşid idi. Fıtraten mümtaz olan bu zat, Fıkıh, Hadis, Tefsir ve Kelam gibi şeriat ilimlerinde de fevkalade vukufiyete sahipti.”

Sadi Mazlumoğlu(Torunu): “Âlimdi, kâmil ve mükemmel bir insandı.

Ahmed Turan Bey; “Alimdi, Mürşid-i kamildi. Fakat bunların en üstün meziyetlerinden birisi de fevkalade zeki bir insandır.”


ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
Hülasat-ül Hakayık adlı eserinden nakledilmiştir.

Efe hazretlerinin şiirlerinden bir kısmı Ahirzaman alametleri ve devrin maddi manevi felaketleri üzerinedir:

“El elden üzülmüş, yar elden gitmiş.
Humeka-yı zaman nanay oynarlar.
Kurb-ı kıyamettir, tarih de bitmiş.
Humekayı zaman nanay oynarlar.

Taraf taraf bela istila eyler,
Kahrullah gazaba istinad eyler,
Kanlar akar yerde incimad eyler,
Humeka-yı zaman nanay oynarlar.

Ar ile namus da kalmadı gitti.
Yüzler siyah oldi, hayâ da bitti.
Dünyada yaşamak kemale yetti.
Humeka-yı zaman nanay oynarlar.

Avretler erine itaat etmez,
Erlerin avrete sözü kar etmez,
Evlad baba ile iftihar etmez,
Humeka-yı zaman nanay oynarlar.

Erkek dişi birbirine karışdı,
Herkes arzusunu buldu görüşdi,
Alamet-i Kübra heman kavuşdı,
Humeka-yı zaman nanay oynarlar.

Lütfiyi affede Hazret-i Allah,
Merhamet buyura vallahi billah,
Korkarım tecelli ede adlullah,
Humeka-yı zaman nanay oynarlar.”

***

“Beni benden cüda kılsan
Nolur ya Rab nolur ya Rab
Hak yoluna feda kılsan
Nolur ya Rab nolur ya Rab

“Şem’a-i nur-i Ahmed’e

Cibriller pervane döner
Nur cemalli Muhammed’e
Kudsiler pervane döner.”

“Bad-ı hazan esti, bağlar bozuldu.
Gülistanda katmer güller mi kaldı?
Şecerler kırıldı, parlar üzüldü.
El atacak dahi dallar mı kaldı.”

“Dilberi gülber isterem,
Ruhleri ahmer olmalı,
Fatih-i Hayber isterem,
Yanında Kanber olmalı.”

”Sefinem gark oldu derd deryasına,
Sahra-yı sinemi dert aldı getti.
Hasretkeş olmuşdur dil leylasına,
Bülbül tek zarımı gül aldı getti.”

( Bu yazı SALİH OKUR tarafından hazırlanan incelemeden kısaltılarak düzenlemiştir.)


“Perişanım bugün cânâ perişan olmayan bilmez.
Cevahir kadrini cevher fürûşan olmayan bilmez.”

“Mehabbet bir Süleymandır,gönül taht-ı revan olmuş,
Muhabbet Mısr-ı Kenan’dır gönül Yusuf civan olmuş.”

“Kerem kıl sultanım keremin kesme bi nevalardan,
Keremkane yakışır mı kerem kesmek gedalardan.”

”Sen Mevlayı sevende, Mevla seni sevmez mi?
Rızasına erende, rızasını vermez mi?
Sen Hakkın kapısında canlar feda eylesen
Emrince hizmet kılsan Allah ecrin vermez mi?

Varlığın mahv eylesen, terk-i vücud eylesen
Bu sahra-yı ademde, Yar yanına varmaz mı?
Şer-i şerif yolunda, peygamberin halinde
Allah desen dilinde, bin kez halin sormaz mı?

Derd ile cangahından canan diye çağırsan
Derdin derman ederler, yaran merhem urmaz mı?
Sular gibi çağlasan, Eyyub gibi ağlasan
Cihergahı dağlasan Ahvalini sormaz mı?”

“Gülistan mehabbet bülbülünden dersin al ey dil
Serindeki saadet sünbülünden dersin al ey dil
Kamu âlemleri var eyleyen Allah’a teslim ol
Gözündeki hidayet bülbülünden dersin al ey dil.